Retorik enzimlerde beyhude serserilik, eşiklerimiz her geçen gün daha da kaygan. Yağmur sonrasının kokusu sinmiş tenlerimize sisli bir sonbahar sabahı. Böyle basit bir duygulanımın içinde kaybolmaktan korkamayan gölgelerimiz, uzadıkça güneş tutuluyor. Günler göçebe şehirlerin üzerine betonlar yağdırıyor. Neresinden tutsak yalnızlık duvarlarının, çatlıyor sızıyor içeri. Öfkelerimiz ehlileşiyor sağaltım adı altında. Hiçliğimiz fiyakadan öteye gitmiyor bu kaporta çağında. Canımız acıyor, siyah yutuyor gök kuşağını. Tabula Rasa'ymış, bize ait olmayanların altında ezilmemizin iz düşümü kimden sorulur bayım. Siz ki cenneti vadederken şeytanla sevişmelerinize tanık olduk. Arının bayım, Ege'de bir kasabaya yerleşin hiç olmadı. Gözleriniz kan çanağı, inandığınız Tanrının umurunda değilsiniz. Atılmış ve unutulmuş olmak bu kadar mı canınızı acıtıyor. Bir ödül mü istiyorsunuz ölümden. Tavsiye vermek şanımızda var. Çırılçıplak yüz bir nehirde mesela ataların gibi. Suyu, toprağı, ateşi hisset. Bu sabah bir amca ormanda bağırıyordu merhaba ağaçlar diye... bunu dene. Bir kere kelimenin tam anlamıyla delir. Muaf ol hayattan ki yaşam kıymetli olsun. Siz bayım bu ülkenin başına gelen en büyük seri katillerden birisiniz. Sizi romantize etmek gibi bir derdim asla yok. Çocukluğa duyduğum saygıdan, çocukluğunuza bile inmek istemiyorum. Keşke annenizin başı ağrısaydı o gece ve doğmasaydınız.