ProloG

REM günlüklerinden...


KUZEYLİ KAKTÜS

Şehrin kuzeyindeki plazalardan birinin yirmi yedinci katında, bir ofis masasında radyasyon savar olarak varlığımı sürdürmekteyim. Bu radyasyon meselesini seksenlerde ilk İsveçli bilim adamları öne sürmüş, kesinliği hala tartışılıyor. Elbette ben de septik bir şekilde öz sorgulamalarımı yapıyorum. Mesela onca radyasyonu çekip de hala fotosentezime devam edebiliyorsam, insan canlar neden kanserden ölüyor gibi sorular beni de meşgul etmiyor değil. Bilmediğim konularda ahkâm kesmek istemem. Bu meseleyi üzerinde araştırma yapanlara bırakmak gerekli. Sonuçta görev tanımlamamda bu konu yok. Bu görev tanımlama meselesi de bu ofiste öğrendiğim sihirli laflardan biri. Herkes birbirine sürekli bu lafı söyler fakat sonunda herkes her işi yapar. Bu arada bu ofis bir reklam ajansı ofisi. Grafik tasarım, dijital medya, yazılı içerik üretme gibi çeşitli bölümlerden oluşuyor. Ben grafik tasarım bölümünün ikinci masasında çalışan arkadaşın radyasyon savarıyım. Kendisiyle beni bu ofise getirdiği günden beri tanışığız. Sadece ilişkimiz çok fazla derin değil. Beni çok tanımaz. Nasıl ne zaman evrildiğimi, çölde atalarımın meyvesinden yiyen insan canın yavrusuna nasıl süt olduğunu bilmez. Yerli bir avcının Mavi Ceylan’ı vurduğu ve kanının aktığı yerden filizlendiğimi merak da etmez. Güneyden kuzeye nasıl yayıldığımı, kurak çöllerden nasıl saksıya girdiğimi bilmez. Bu arada kendini de bilmez. Onca çeşidin içinden neden beni seçtiğini yani dikine değil de enine büyüyen bir kaktüsü neden satın aldığını bilmez. Öyle ki konuşulanlardan duyduğum kadarıyla masanın dördüncü kaktüsüyüm. İlk kaktüse her gün su vermiş ve aşırı sudan öldürmüş, ikincisini bilgisayar kasasının üzerine koymuş onu da aşırı sıcaktan öldürmüş, üçüncüsüne çarpmış yere düşürmüş umutla bir saksıya dikmiş ama canlanmamış. Düşünün yaşadığım tedirginliği her an başıma bir şey gelebilir. İlişkimiz aynı zamanda ölüm kalım meselesi. Benimkisine biraz da fotosentez alınganlığı diyebilirsiniz, haksız sayılmazsınız çünkü işi başından aşkın. Hem yine de şanslıyım, kendisine bir faydam olduğunu düşünüyor. Şu sağımda solumda duran masaüstü süs eşyalarının durumu benden de beter, hadi benim dokunulmazlığım var, onlarla hiçbir dokunsal ilişkisi yok. Bugünlerde aşırı yoğun zaten benim faydamı hatırlayacak hali de yok. Bir inşaat şirketinin yeni bir rezidans tanıtım kataloğu ve internet sitesiyle meşgul. Çok fazla keyif alarak yaptığı bir proje değil bu proje. Bir kere içine giremiyor yaşayamıyor projeyi. İnanmıyor yaptığı işe. Hep böyle miydi onu bilmiyorum. Bu odada bazen öyle diyaloglar oluyor ki şaşırır kalırsınız, belki de şaşırmazsınız. Mesela insan neden otuzuncu katta yaşamak ister deyip duruyor. Kendisi mesaileri saymazsak günün sekiz saatini burada geçiriyor. Kaçıncı katta olduğumuzu biliyorsunuz. Sakın bu hikâyenin Gregor Samsa hikâyesine dönüşeceğini sanmayın. Zaten Kafka’dan sonra o kadar varoluşsal bir çağda değiliz. Varoluşunu sorgulatmaz bu çağ, bana göre çok da şart değil. Sanki bu çocukta biraz kırıntı var gibi. Sonuçta bu nesil ‘’çok da şey değil’’ lafını seven bir nesil, yeni fırsatlara her an açık. Bütün gün fikirler havada uçuşuyor. Mobil uygulamaları üzerinde çalışıyorlar. Enerji meselesini de çözeceklermiş, havadan aldığı oksijenle çalışan telefonlar, tabletler, bilgisayarlar falan. Benim gibi fotosentez yapan cihazlar çok etkileyici olur kuşkusuz fakat böyle giderse kendileri soluyacak havayı bulamayacaklar. Yerinden yurdundan edilmiş bir kaktüs olarak çok hassasım bu konuda. Radyasyon çekiyorum güya yirmi yedinci katta. Besin zincirinin en alt basamağından terfi ettirildim. Canım isterse bu hikâyeyi mutlu bir sonla bitirebilirim tamamen anlık radyasyon kat sayıma bağlı. Fakat istemiyorum. Son yok.

-----------------------------------------------------------


14.08.2020

Sinop'a inen uçak pistinden ayrılırken havadan üç adet füzenin yer yüzüne doğru indiğini görüyorum. Çocukluk arkadaşım, gölgem ve diğer insanlarla kaçışmaya başlıyoruz. Herkes birbirinden koptu sığınak arıyor. Ayakkabılarım ayağımda yok, koşuyorum. Yıkık dökük, dar bir binanın beton merdivenlerini çıkıyorum. Kaç kat çıktığımı hatırlamıyor, son kata geldiğimde üzülüyorum katların bitmesine. Zihnimde katların sürekliliği kodu var. Sonra inmeye başlıyorum, insanlarla karşılaşarak. Sırt çantamın sırtımda olduğunu fark ediyorum fakat bez çantam yok. Kaçarken onu pistte bırakmışım. Çocukluk arkadaşımla karşılaşıyorum inerken merdivenleri, çıkış yok diyorum, devam etme. Ayakkabılarımı soruyorum ona, çantasına bakıp yok diyor. Ayrılıyoruz. Bodrum katta koca bir çöp konteynerinin içine saklanmak için girmeye çalışırken cenin pozisyonunda bir çocuğun çöp konteynerinde saklandığını görüp yanına girmeye çalışıyorum. Karanlık çöküyor, sisli puslu, siyah beyaz ara tonlardan oluşan bir doğanın içindeyim. İnsanlar yamaçlarda yere serili, yanan odun sonrası kömüre dönüşmüşler. Fırında insan kalıbından yapılma kurabiyelerin yanması gibi katı, statik. Bölgeyi zar zor geçiyorum sisten. Önüme çıkan yaşayan insanlara ayakkabılarımı soruyorum. Herkes bana aynı bölgeyi tarif ediyor. Oraya vardığımda enkazdan çıkan ayakkabıların toplandığı bir yer ile karşılaşıyorum. Ayakkabılarımı arıyorum, yoklar. Ayağıma uyan bir ayakkabı istemiyorum. Kendi ayakkabılarımı ısrarla arıyorum. Giy işte diyorlar, hayır diyorum. Yaşanılan durumla ilgili hiçbir şey bilmiyor kimse, bu bir savaş mı, füzeleri atan kim, neden? Hayatta kalanların otobüsündeyim ve bomboşum. Bakımlı, saçları kuaförden yeni çıkmış kadar yapılı, bizim yaşadıklarımıza tanık olmamış güçte ve kuvvette bir ablaya bakıyor ve konuştuklarını duyuyorum. Geri gidip belge toplamam gerekiyor, bu bizim için çok önemli gibi ardı ardına gazeteci tiratları atıyor. İçim geçiyor. Bir evdeyim ve o evden çıkamıyorum. Master Jedi geliyor, elinde hediyelerle. İki poşet ve elinde ne olduğunu anlamadığım küçük bir nesne. Kabul edemem diyorum. Poşetleri koltuğa bırakıyor, dokunmuyorum. O zaman bunu al lütfen diyor. Kolumdan tutup dışarı çıkarıyor. Elindeki nesneden sarkan ipi elime tutuşturuyor ve nesne birden açılıp koca siyah içi boş daire şeklinde bir uçan balona dönüşüyor. Ve bu balona bağlı iplerden başka renkli uçan balonlar çıkıyor, müzik kutusu müziği eşliğinde. Yüzümde bir tebessüm. Master Jedi birden gitmeliyim deyip yok oluyor.

Not: Hiçbir kan izine rastlanmadı.


-----------------------------------------------------------


6.5.2020   
                                                              
Tarihsel olarak 1400'ler fakat teknoloji, günümüz teknolojisi ve Gutenberg'in basım evinde Apple bilgisayarla çalışan bir grafikerim. Gutenberg bana gelecekten geldiğini söylediği bir kitap uzatıyor, kitap yıllarca toprağın altında kalmış gibi dökük halde. Patron Gutenberg bu kitabın dizgisini ve  tasarımını yeniden yapmamı istedi. Kitabı elime alıp inceledim ve seve seve bu işi yapabileceğimi söyledim. Gutenberg gülümsedi ve odamdan çıktı. Kitabı o gece eve getirdim ve ilk sayfasını açıp yazmaya başladım, yazdığım her sözcük farklı bir renkte görünüyordu. Acaba Word'un güncelleme esnasında yaptığı bir yenilik mi bu diye düşünüyor ve programı karıştırıp durumu düzeltmeye çalışıyorum fakat başarılı olamıyorum çünkü internette de yaptığım araştırmada böyle bir şeyle ilgili hiç bir veri bulamadım.  Yazmaya devam ediyorum hiç bir düzelme yok, rengarenk sözcükleri tuşlamaya devam ediyorum. Bir ara neden sadece sözcükler tek renk de her harf rengarenk değil diye düşünüyorum. Gutenberg prizma şeklindeki odasında kitabın bitmiş haline bakıyor. Gayet iyi iş çıkardığımı söylüyor sabırsızlıkla bekliyorum renklerle ilgili bir şey demesini fakat hiçbir şey söylemiyor. Dayanamayıp elimle göstererek bu renkli yazım sizce de iyi demek diyorum, şaşkınlıkla yüzüme bakıyor neden bahsettiğimi anlamamış gibi. Sizce kitap ne renkte yazılmış diye soruyorum. Bu ne biçim soru, dünya üzerinde siyah mürekkep dışında bir kitap mı var? Öyle saçma şey mi olur, okunmaz o kitap, girilmez içine, odaklanılamaz öyle bir kitaba. Yani siyah diyorsunuz? Al evladım bu dosyayı basıma ver. Dosyayı alıp alt kattaki basım bölümüne bırakıyorum ve çıkıyorum işten. Prizma odada toplantıdayız, Gutenberg çıldırmış adeta. Beş bin adet basılan kitap, benim gördüğüm gibi rengarenk çıkmış basımda. Gutenberg, basımda çalışanlara prova baskı almadınız mı deyip bağırıyor, onlar da ellerindeki prova baskıları gösterip kendilerini düze çıkarmaya çalışıyorlar. O esnada ortam çok gergin ve birden kapıdan içeri elinde tartışma konusu olan yanlış basım kitapla Isaac Newton giriyor. Kitabın ilk sayfasını açıyor ve okumaya başlıyor. ''Birinci Şarkı'' deyip bize bakıp devam ediyor.

''Tanrı'dan dilerim ki, yüklenen ve okuduğu kitap gibi canavarlaşan okur, bu kasvetli ve zehirli sayfaların ıssız bataklıklarında sarp ve yabanıl yolunu şaşırmadan bulur; çünkü kesin bir mantık ve en azından kuşkusuna denk bir ruhsal gerilimle başlamazsa okumasına, bu kitabın saçtığı kokular tıpkı şekerin suyu içmesi gibi emecektir ruhunu'' (Bu kısmı net hatırlamadığım için birinci şarkıdan alıntıladım) 

Newton ilk sayfanın okumasını bitirince bütün kitapları satın almak istediğini söylüyor Gutenberg'e. Buna inanamayan patron Gutenberg sevincini gizleyemiyor. 

Sonra hep birlikte Newton'ın düzenlediği bir cenaze törenindeyiz. Dev bir çukur açılmış ve bütün satın aldığı kitaplar bu çukurda. Cenaze görevlileri kitapların üzerine toprak atıyor, toprak atılırken Newton, Maldoror'un Şarkıları'nı okumaya devam ediyor.  



-----------------------------------------------------------



8.4.2020                                                                 

Çocukluğumun geçtiği çiftliğin bahçesinde koşturuyorum. Yedi sekiz yaşlarındayım. Benim koşturduğumu gören beyaz bir at benimle birlikte koşturuyor. Sonra beyaz at erik ağacının altında komşu bahçenin sınır çiftine dayanıyor ve iki arka ayağı üzerinde durup ön iki ayağını el gibi kullanıp karnını aşağıya doğru sıvazlıyor ve inleme sesleri çıkarıyor. Bu hareketi o kadar kıvrak ve esnek yapıyor ki bir atın bu şekilde doğumuna ilk defa tanık oluyorum. Heyecanla izliyor ve bekliyorum doğurmasını. Doğum suyu kanla karışık akıyor, doğum bir türlü gerçekleşmiyor. Rem sona erince Trier'in Antichrist filmindeki köklerle hayat bulmaya çalışan kadına çok benzediğini anımsadım beyaz atın. 


-----------------------------------------------------------

23.10.2019

Uykudan önce beyin dalgaları ile ilgili bir şeyler okuyordum. En çok üzerinde durduğum dalga da Teta dalgasıydı. Bilgisayarı kapatmam ile aynı ana denk gelen elektrik kesintisi ile uzanıp sabaha karşı müzik dinleyerek uykuya daldım. Altıyol'da bir grup kalabalık içinde, Jodorowsky'nin karnavalesk film sahnelerinden birindeyim adeta. Herkes bir özelliğini sergileyerek dans ediyor. Hiçbir diyalog yok, sadece müzikle iletişim kuruluyor. Bembeyaz boyalı biri bana gülümsüyor, diyalog olmamasına karşın bizi izliyorsun, sıra sende hadi bakalım ne yapabiliyorsun göster bize diyor. Ne yapabildiğimi o an bilemedim. Sonra ayaklarım yerden yükseldi ve hareket etmeye başladım. (aslında bu yükselme uçma deneyimi süreli rüyalarım arasında) Bu rüyada sanki geçmiş rüyalarım bir gerçeklik oluşturuyor ve bu rüyanın içinde süreli rüyalarım ile karşılaştırma yapıyorum. Yer ve gök arasındaki bu yükselme deneyimini mesafe olarak diğerlerine göre yetersiz buluyorum fakat bu durum daha iyi hissettiriyor. Dans eden gruptaki insanların her birinin önünde yerden yüksek bir şekilde durup onlara dokunuyorum. Dokunduğum anda onların da yerden yükseldiğini ve hareket ettiğini görerek çok hafifliyorum. Beyaz adama sıra geldi, tam dokunacağım anda spotify'den gelen müzik sesiyle uyandım. Çalan şarkının sözleri şöyle; ''Tanrım nassın bugün, Beni yarattığın için mutlu musun abi? Neler yapıyorsun ya pek konuşamıyoruz'' Payıma düşen gülümsemek oldu.


-----------------------------------------------------------

12.10.2019

Klasik temel desen eğitiminde, tek göz kapatılıp kalemle ölçü alınır. Yine bu uygulamayı gösterdiğim bir grupta ''hocam biz de silahla insanları böyle hedef alıyoruz'' dedi ordu mensubu olan biri. Derin bir sessizlik. Bu ordu mensubu serbest çağrışımı, kalemle silah arasındaki ilişkiyi tekrar gözden geçirmemi sağladı.

-----------------------------------------------------------

Yüzlerce resim yaptın, bir dünya film izlettin. Sadece seni seviyorum diyebilirdin. Ben en çok kafanda bir yere denk gelemediğim yeri seviyorum.


-----------------------------------------------------------

03.10.2019

Çocukluğumda birine öfkelendiğimde evdeki kutsal aile albümüne girer o kişinin benimle olduğu fotoğrafları bulur ve öfkelendiğim o kişiyi fotoğraftan keser atardım. Fotoğraftan çıkınca o kişi, kısmi bir haz duyardım, benimle duygusal ilişkisinin kalmadığının kanıtıydı bu eylem iyi geliyordu:). Rüyamda şu an ben de olmayan o albümü gördüm. Fotoğraftan çıkarıp attığım kişilerin kağıtta oluşturduğu boşluklardan kan akıyordu ve fotoğrafın diğer kısmı yani benim olduğum kısım kanla kaplanıyor ve görünmez oluyordum. Sonra fotoğraftan kestiğim kişiler üç boyutlu bir şekilde odanın ortasında belirdiler. Konuşmuyorlardı, burunlarından mavi bir sıvı akıyordu ve bunun farkında değillerdi. Elimdeki albümü bir yere bıraktım ve mendil ile burunlarından akan kanı silmeye çalıştım. Herkesin burnunu sildikten sonra elimdeki mendil bir yarasaya dönüştü ve odada uçmaya başladı. Ardından herkes ritüele benzer bir şekilde dans etmeye başladı. Yarasa kendini duvardan duvara vuruyordu sonra görüntü iyice flulaştı.

Şu sıralar üzerinde yoğunlaştığım fotoğraf çalışmalarından dolayı böyle bir rüya görmüş olabilirim.

-----------------------------------------------------------

14.09.2019

Rüyamda bir hacker'ın, bir kadının bilgisayarını gözetlediğini, bilgisayarına girilen kişinin de buna izin veren bir hacker olduğunu ve izleyenin, bundan habersiz izlenen tarafından nasıl manipüle edilerek intihara sürüklendiğini gördüm. Yıllar önce okuduğum Timothy Findley' in "Ölümsüzlük ve Pilgrim" adlı kitabında her türlü intihar şeklini deneyen ve bir türlü ölemeyen bir karakter olan kitaba da adını veren Pilgrim, yıllar sonra biliçdışımda beliriverdi. Kitapta, bir odanın kapı koluna kendini bağlayarak intihar etmeye çalıştığı ve yine başarılı olamadığı çünkü kapı kolunda intiharın oldukça zor olduğunu anlatan bir kısım vardı. Buna rağmen rüyamdaki hacker kapı tokmağına asılı şekilde ölü bulundu. Ayrıca rüyamda kan görmediğimi de belirtmek isterim.

-----------------------------------------------------------

00.00.2019

Cihangir'de eski bir binanın restorasyon çalışmasındayız, binanın duvar resimlerinden sorumlu İngiliz ressam ile tartışıyoruz. Konu binanın aslına sadık şekilde restore edilmesi. O esnada binanın üçüncü katında buluyorum kendimi sağır edecek derecede Wagner çalıyor. Hiçbir müzik çalar yok, nereden geldiğini bilemiyorum. Sonra birden bodrum kattayım ve mimar çizim masası görüyorum. Burada duvar resimlerinin eskizlerini yaptığımızı hatırlıyorum o esnada sırtı dönük bir adam masada bir şeyler yapıyor. İyice yaklaşıyorum, daha önce hiç görmediğim bu adam, kocaman kare şeklinde düz bir eti cetvelle ölçüyor, biçiyor ve küçük küpler oluşturuyordu. Çok şaşırıyorum. Sonra odaya sanki İngiliz ressam giriyor çok da emin değilim ama o kişi adamla birlikte küp şeklindeki et parçalarından ev maketi yaptılar. Sonra evin içine girdiler. Ben hızla koşmaya başladım, düştüm kalktım bir an önce binadan çıkmaya çalışıyorum fakat çıkışı bulamıyorum. Binanın tüm katlarında dolaşıyorum, bir katta Kandinsky resmi yapılmış duvara, bir katta Miro, başka bir katta zemine Yunan yolu motifli halı çizilmiş sonra Mondrian, arkaik bir heykel beliriyor kime ait olduğunu bilmiyorum, tüm bunlar üzerime yağıyor ve binadan çıkamıyorum. Bir de o panik esnasında odaların çeşitli yerlerinde küçük süt kutuları görüyorum.

-----------------------------------------------------------

00.00.2019

Evdeyiz, iki yakın arkadaşımla birlikte sigara içiyoruz. Gecenin ilerleyen saatlerinde onlara uzanmak istediğimi söyleyip odaya doğru yöneldim. Atölye olarak kullandığım odada buldum kendimi, etrafa bakındım uzanacak yer bulamadım çıkıp diğer odaya geçtim ve yatağa uzandım. Gözlerimi kapattım ve geometrik şekillerin dansına bıraktım kendimi. Odanın karanlığında bir ses duydum. Bir şey hareket ediyordu. Zar zor kalkıp elektrik anahtarına bastım, yerde siyah bir güve gördüm, hareketsiz duruyordu. Salona geçip arkadaşlarıma güveyi odadan çıkarmalarını söyledim. Birlikte güve olan odaya geçtik ve güve yerinde değildi, birlikte güveyi aramaya koyulduk. Bulamayınca beni rahatlatmaya çalıştılar, bak bu normal bir durum, gördüğünü sanıyorsun, böyle şeyler oldu daha önce hatırla. Küçük bir trip, Kafka'daki böceği düşün. Sonra kendi deneyimlerini anlatmaya başladılar ama ben hala odanın içinde siyah güve arıyorum. Sonra zihnim bu gerçekliği kabul ediyordu ki odadaki kutunun arkasına baktım hızlıca ve siyah güveyi gördüm. Bakın işte burada diye sevindim. Bizimkiler, haklıymışsın siyah bir güve varmış hakikaten dediler o esnada uyandım.

-----------------------------------------------------------

00.00.2019 

Yatak odasındayım, yatmak için hazırlanıyorum. Odanın lambası patlak olduğu için oda hafif bir ışıkla aydınlanıyor. Görüşümün bu sayede daha keskin olacağına inanıyor zihnim. Bu görme yetisi üzerine düşünürken odada hareket eden kara duman belirdi çok acayip bir ürperme duygusuydu. Lost dizisindeki kara duman geldi o an aklıma, telefonun sesiyle uyandım, ölüm haberi.

-----------------------------------------------------------

09.02.2003

Vücudu şeffaf, tüm iç organlarını görebiliyorum. Konuşmaya çalışıyorum fakat bana parmaklarıyla sus işareti yapıyor. Susuyorum, korkunçluğundan ürkmeden dokunmak istiyorum, dokunmama izin vermiyor, inanılmaz bir durumdayım, gördüğüm insana benzer bu yaratığın iki kalbi var, gözlerime inanamadım, iki kalbi olan şeffaf bir yaratık, iç organlarının işleyişini görebiliyorum. Her şey normal ama neden iki kalp, yatağımın başucundaki çekmeceden makası alıp hızlı bir hamle ile sağ kalbine sapladım, etraf kan içinde kaldı fakat hâlâ yaşıyordu, acı çekiyordu ve hâlâ dimdikti. Sessizce öylece durup bana bakıyordu, yüzünde garip bir tebessümle, sanki mutlu gibiydi. Tekrar makasla üzerine doğru yürüdüm, bu defa elimi tuttu ve hayır dedi. Elimi tuttuğunda canlı bir insan sıcaklığı hissettim, sonra yavaş yavaş vücudunun bölgesel olarak insan görünümü aldığını gördüm. Yumuşak bir sesle ne olur yaşamama izin ver diyordu. Makası yere bıraktım şaşkınlıkla bakakaldım, bana sıkıca sarıldı ve uyandım.   

-----------------------------------------------------------

00.00.2002 

Bir çocuk vardı, bendim o çocuk, bir şeylerin peşinden koşup duruyordu, ama neyin olduğunu bilmiyorum, rüya boyunca göremedim. O koşuyor yani ben, benin arkasından koşuyorum. Çok garip oldu. Şöyle özetle, rüyamda çocukluğumu kovalıyordum. Bu da çok şiirsel oldu galiba, ama böyle, rüya boyunca kendimi kovaladım. Geçtiğimiz yerleri hatırlıyorum fakat çocukluğumun geçtiği hiçbir yer değil, daha önce hiç görmediğim yerler. Şunu diyebilirim etraf bembeyazdı, kar olan bir yerdi burası. Koşarken öyle zorlanıyordum ki, bazen izini kaybedip tekrar buluyordum. Kendini buluyordun, evet zaten sadece bendim rüyada, onun dışında, bir de yol kenarında ölü iki hayvan gördüm. Bir tanesi çok fena durumdaydı. Beyaz karın üzerinde parçalanmış vücudu, etraf kan içinde.

-----------------------------------------------------------

00.00.2000 

Televizyonda bir tartışma programını izlerken uyuya kalmışım kanepede, program bitiyor ve bir film başlıyor. Uykudayım biliyorum gözlerim kapalı ama filmi duyuyorum. Filmdeki replikleri duyarak rüya görüyorum. Duyduklarımı görüntülerin üzerine montajladığımın farkındayım. Ben, ailem ve arkadaşlarımdan oluşan bir rüyaydı bu. Konuşmalar filmde geçen replikler, bir ara uyanıyorum ve televizyona bakıyorum. Rüyada ki görüntü ile aynı sahne akıyor fakat kişiler farklı.

-----------------------------------------------------------

03.07.2019

ÇEKİLEMEYEN BİR BELGESEL FİLMİN ÖN GÖRÜŞMESİ

Ne zaman çıkıyorsun işten?

Birazdan çıkarım.

Şu konuştuğumuz işi halledelim mi bugün?

Olur, çıkıp sana geleyim oradan geçeriz.

Tamamdır.

Çabuk geldin.

Evet, tam gaz yürüdüm.

Soru işaretlerim var.

Ne?

Şimdi biz bu filmi çekeceğiz ya, kimliklerimizi gizli mi tutsak?

Saçmalama, net fake hesaplarla dolu, hiçbir sorumluluk almadan yardır baba yardır.

Kimin ne yaptığını biliyorlar merak etme ayrıca biz neyin sorumluluğu almış oluyoruz?

Yaşamın sorumluluğu hayatım yaşamın.

Kızım şimdi orta yaşa gelmiş şehirli azgın karılar kafası yaşatacaklar bize bak görürsün.

Birincisi şimdilerde orta yaş bile sayılmaz yaşımız, ikincisi herkese cevabım var.

Maden işçileri dururken, başka bir dolu dert varken şimdi biz bu belgeseli mi çekeceğiz?

Ne var tüm dertler eşit mesafede ne eksik ne fazla, herkes bir tarafından tutacak işte.

Çok hassas bir konu bu kimseyi incitmemek gerekir. Kuir bir yaklaşım sergilememiz lazım.

Biz sergileriz de belgesel çekiyoruz satıcıya kuir ol mu diyeceğiz, tepeden inme kuir.

Kuir kavramına da gıcıklar, solcu ergen uydurması diyorlar.

Diyorlar diyorlar. Başlayacağım şimdi, seksmetre mi lan bunlar kim daha eril, kim daha dişil, kim aseksüel onu mu ölçüyorlar?

Montajlarız değil mi?

Ben çok sıkıldım bu post post duyarlılıklardan söyleyeyim.

Öyle deme.

Dedim bile, farkında değil misin ne kadar sahte olduğunun?

Neyin, kuir düşüncenin mi?

Hayır davranışlarımızın, içsel bir duyarlılık geliştirmeden savunuyoruz bir şeyleri sonra bastır bastır.

Benim için geçerli değil bu söylediklerin.

Zaten seni beni kastetmiyorum.

Bırakalım satıcı istediği gibi konuşsun sonra değerlendiririz.

Bunu neden yapıyoruz, hem kimse bu zamana kadar yapmadıysa biz neden yapıyoruz?

Neden mi?

Böyle normal şeylerin yeraltına itilmesine dayanamıyorum.

Haklısın dünyanın birçok yerinde müzeler bile var hatta birini ziyaret etmiş biri olarak neden bu ülkede bu kafayı yaşıyorum?

Otokontrol başka ne olacak.

O ülkelerde bu belgeseli yapsan hiçbir şey ifade etmez, fuarları bile yapılıyor.

Burada kırmızı dudaklı bir maymun profiline Facebook’tan yürüyorlar be ne diyorsun sen?

Tamam haklısın ben de hala o videoya takığım. Bulamadım nette bulsaydım iyi bir deneysel sürreal videoya dönüştürecektim.

Mesele biraz da kendi içsel meselemiz değil mi?

Erken değil mi bu kadar dışsallaştırmak için?

Sokacağım şimdi senin sorgulamalarına, psikanalist külliyatını yeniden yatağa yatırma ayaküstü, konuştuk bunları, hem fikir de senden çıkmadı mı?

Kültür bakanlığı herkese fon veriyor, bana da versin eczaneler belgeseli çekeyim dedim, sen de bana da versin, …  belgeseli çekeyim demedin mi?

Geyikti o, bakanlıkla sanat, iş mi olur, konuşmayalım bunları artık. 

Niye fena olmaz mı bakanlıktan aldığımız fonla … belgeseli çekiyoruz vuuu.

Oldu, Comandante Che Guevara. Süreç de böyle kolay işliyor değil mi? Sunumda ne diyeceksin, dondurma belgeseli mi?

Oyuncak belgeseli derim.

Orda mıyız kızım aloooo? Çık bakanlıktan çık. Kendi imkanlarımızla çekeceğiz bu filmi.

Biliyorum.

Of hadi tamam o zaman yürü gidiyoruz.

Şuradan aşağı sallanalım bu cadde üzerindeler genelde.

Evet, daha önce ben de görmüştüm.

İşte şurada bir mağaza var.

Kaçıncı kat?

Üç.

Gel giriş burası. 

Hazır mısın?

Tamam yürü.

Merhaba, konuşmak istediğimiz bir konu var, yetkili siz misiniz?

Tamam, olmadıysa başka mağaza deneriz.

Gel şu kata girelim, yalnız bu defa biraz daha farklı bir çizgi izleyelim.

Tamam, peki.

Merhaba, kısa bir belgesel film çekmek istiyoruz, sizin çalıştığınız sektörün emekçilerini anlatan bir film. Ama neden böyle yaklaşıyorsunuz sonuçta bu da bir iş kolu…

Gördün tek akıllı biziz, sadece bizim aklımıza geldi değil mi, insanlar kabul etmiyormuş.

İlki hiç konuşmadı sadece kafa sallayıp hayır dedi, diğeri yüzümüze hiç bakmadı bile, telefondan kafasını kaldırmadı utangaç utangaç, nasıl satıyor o zaman ürünleri O.

Görmedin mi iki mağazada da ofisler ile ürün reyonları ayrı bölmelerde.

Genelde böyle mi acaba mekân tasarımları.

Ne yapalım?

Baksana kimse kabul etmez bu filmde oynamayı dediler.

Son kez şurayı da deneyeceğim.

Hoş geldiniz.

Hoş bulduk.

Siz üçüncü mağazasınız neden kabul etmiyorsunuz, siz de emekçisiniz diğer iş kollarındaki insanlar gibi, belki bir aileniz bile var.

Evet var, çocuklarım bilmiyor ne iş yaptığımı ama büyük kızım üniversiteye giden bu yıl öğrendi, whatsapp’tan müşteriye bir ürün yolladım onu gördü. Baba ben biliyorum senin ne iş yaptığını dedi, normal karşıladı ama küçüğü bilmiyor.

Sonuçta vergi ödeyen yasal bir işletmesiniz ve sizin sektörün de kendi içinde çeşitli sorunları mutlaka vardır, onları anlatırsınız işte, karşılaştığınız sorunları, kesinlikle müşteri gizliliğine saygı duyarız.

Olmaz öyle, izlerseler hoş olmaz. Bakın sizi anlıyorum hak da veriyorum, çok geldiler bu taleple bize, özellikle youtuberlar fakat daha önce başıma bir olay geldi o yüzden çok sıcak bakmıyorum bu işlere. Anlatıyorum ama kaydetmiyorsunuz değil mi?

Yok cihaza kaydetmiyoruz, manuel bellekte ne kalırsa.

Doksanlarda … dergisinden aradılar, hala çıkıyor o dergi, röportaj yapmak istediklerini söylediler, kabul ettim, güzel güzel konuştum. Dergi basıldı, anında geldiler yaka paça götürdüler beni, nezarette kaldım bir gece.

Nasıl ya?

Editör öyle bir editlemiş ki yazdıklarımı, ben jigola servisi veren biri oldum, herkes arıyor insanlara laf anlat işin yoksa, neler yaşadım, o gün bugündür bu işlere bulaşmam.

İşte bunları anlatın bize, isterseniz yüzünüzü göstermeyiz.

Sesimden tanırlar.

Sesle de oynayabiliriz.

Yok olmaz arkadaşlar.

Ne yapsak yahu, kurgu mu yapsak acaba?

Kurgu istemiyorum.

Sürreal sürreal takılıyorsun kurgu istemiyorum diyorsun.

Aynı şey değil.

Belgesel fikri zaten bana hep pornografik gelir, bu belgesel konusu ile de çok örtüştü o yüzden aklıma yattı.

Bu ayrı bir konu ona hiç girmeyelim istersen.

Nerede yayınlayacaksınız?

Youtube, vimeo ya da kendi sayfalarımızda.

Kaç takipçiniz var?

Bizim öyle bilinen bir kanalımız yok, yani youtuber değiliz.

Yalnız bu film çok izlenir.

Bilmiyoruz, çekebilirsek eğer göreceğiz.

Peki, siz niye bunu istiyorsunuz?

Bizim amacımız daha çok bu işlerin yeraltı işler olmadığını, temel ihtiyaç olduğunu göstermek, görünür hale getirmek, tecavüzlerin olmadığı bir yerde yaşamak istiyoruz artık.

Tabi iyi niyetinizi anlıyorum ben de size katılıyorum arkadaşlar ama böyle görünür olmak bizim sektörde pek iyi olmaz, başımıza iş açar.

Ne iş açacak ki?

Denetimler artar.

Yani.

Bakın şu ürün mesela sağlık bakanlığından onaylı bir ürün, geldiler tüm malları topladılar, içinde lidokainden maddesi varmış yani dişçilerin kullandığı geciktirici spreyin etkin maddesi. Bu yasal değil diyor, eeee onay veren sensin. Çok dert var bakmayın siz.

Kabul edin anlatın işte bunları.

Durun birini arayacağım o kabul edebilir.

Alo merhaba abi, şimdi burada iki tatlı hanım kız var, belgesel çekmek istiyorlarmış bizim sektörle ilgili.

Gülüşü duydun mu?

Tamam, abi anlaşıldı.

Yok, arkadaşlar mümkün değil bakın kimse kabul etmez.

Nasıl bir gülüştü o ya.

Benim gibi de açık fikirli bulamazsınız söyleyeyim.

Açık fikirlisiniz de kabul etmiyorsunuz?

O ayrı dedim ya mazeretim var.

Peki, siz doksanlardan beri sektördesiniz günümüzde ne değişti farklılık var mı?

Söyleyeyim size bir bok değişmedi daha kötü oldu, aynı kafalar türünü devam ettiriyor. Yalnız yeni jenerasyon biraz daha hassas ürünler konusunda, detayları soruyor. Bunun şu özelliği var mı, şöyle mi? Önceden paket yap, temas yok, al yapıyorduk. Bu sektörde en rahat kesim gayler, lezbiyenler, translar olmuştur eskiden beri.

İnternet alışverişi ne durumda?

İyi, ben de satıyorum internetten. Çok var satan, youtube kanalları olanlar bile var ürünleri tanıtan, ben yapamam onu gençler yapıyor.

Orada kimlikleri belli mi, yok değildir.

Ben görmedim henüz yerli youtube kanallarında.

Ben de.

Ülkelerin yatak kültürleri ile ilgili videolar yapan birileri var onu bilmiyorum.

Gençlerin dışında. Mesela bak şu ürüne?

Ne o?

İp, bir amca var ona satıyorum yılda dört beş tane, öğrettim de nasıl bağlandığını. Yalnız yaşıyor, çocukları ziyarete geldiğinde çöpe atıyor, çocukları gidince tekrar almaya geliyor.

Evet, şu sıralar çok moda bu bağlama olayı hatta meditasyonun bir parçası olarak kullanılıyor.

Direk satıyor musunuz?

Yok bende.

Peki, o çok gelişmiş robotlardan isteyenler var mı?

O buralarda gitmez.

Zengin iş adamlarının özel siparişi üzerine getirtiliyor onlar, ucuz bir şey değil. Biz de genelde şu ürünler daha çok gidiyor. Bak dokun gerçek gibi.

Gerçekten öyle.

Yok, ben alamadım o hissi.

Bunlar da maske, takıp hayal kuruyorlar, o ol, bu ol.

Maskesiz de kurulabilir hayal.

Tercih işte.

Şu helal mağazalar ile ilgili ne düşünüyorsunuz?

Benim aklım hiç almıyor o işleri. Bana muhafazakâr dediğimiz insanlar geliyor, hani hiç onlardan beklemediğimiz, sakalları dizlerinde, ne soruyorlar biliyor musunuz? Çocuk, hayvan pornosu var mı? Öyle şey satar mıyım ben? Bu işin öyle uydurma helali haramı olmaz. Çarşaflı müşterim de var.

Olur tabi neden olmasın.

Yalnız onlarda şöyle bir durum var, eskiden herkes de olan gerçi, kimse kendine almaz, bir arkadaşıma alıyorumdur o. Sonra eşi hasta olanlar, seyahate gidenler var aldatmak istemiyorlar.

Muhafazakâr satıcı, mağaza sahibi olan var mı?

Olmaz mı? Adam beş vakit namazında bu işi yapıyor evine ekmek parası götürüyor.

Giriş katta açılır mı sizce mağaza?

Mümkün değil. Henüz öyle bir aşamaya gelmedik, kimse istemez bu mağazaya girerken görünmek. Yardımcı olamadım kusura bakmayın durum bu.

Ne yapalım?

Artık dolaşmayız zaten, bu konuyu sizden daha olumlu karşılayanını bulamayız sanırım. Sektörü de anlattınız. Biz bi bakalım ne yaparız. Oldu çok teşekkür ederiz, iyi günler.

Eeee sonuç. 

Kurgu derim hala.

Hayır diyorum hala.

Bak bizim çocuklar profesyonel oyuncu üstesinden gelirler.

Mesele o değil.

Didaktik tarihsel bir belgesel çekmek isteseydim tamam ama o değil istediğim.

Ressam ve yönetmenin ayrıştığı noktalar az sonra.

Kapalı gişe evet.

Ne oldu endişelerin boşaymış, kimse kabul etmedi.

Sen de kurguyu kabul etmiyorsun. 

Alo, tamam canım geliyoruz, yok olumsuz, gelince konuşuruz. 

Bizimkiler bara geçmiş.

O değil de bu belgeseli neden çekmek istedim orada takıldım.

Kurgudur kurgu.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder