30 Ekim 2021 Cumartesi
29 Ekim 2021 Cuma
Batuhan Dedde
Beni kendi gürültümün içinde bıraktığın günden beri
Türkçe bilmeyen yağmurlar yağıyor gökten,
Kendi bünyemde bir kiralık katil besliyorum.
28 Ekim 2021 Perşembe
25 Ekim 2021 Pazartesi
23 Ekim 2021 Cumartesi
21 Ekim 2021 Perşembe
Hiç
Eski taş aynaya yansıyan buğulu bir kadın silueti, zar zor seçiliyor aynanın üzerindeki yazılardan. Okumaya çalışıyor fakat anlam veremiyor genç adam, harfler, sanki rastgele savrulmuş, anlamlarından öte kayıp. Yazılar adeta kadının vücudunla bütünleşmiş, meme uçlarından göbeğine inen tattoo motifleri misali. Tuttuğu kapı tokmağını sessizce bırakarak yerine, bu loş odalı dairenin kapı aralığında öylece kalmıştı genç adam.
Odadaki ışık Saint Antoine Kilisesi’nden yansıyan vitraylı pencerenin yansımasıydı. Adam sessizce kapıdan ayrılıp, bir alt kattaki dairesine gitmek üzere merdivenleri parmak uçlarıyla inip, dairesinin salonundaki pencereden kiliseyi seyre koyuldu. Renkli vitraylı pencerede, içeriden gözüken İsa İkonası, belli belirsiz, dikkatlice bakıyor, üst katta gördüğü kadının bedeniydi yansıyan cama. İç içe giriyor görüntüler renkli vitraylı camda. Kadın İsa, İsa kadın oluyor, mitostan çıkagelmiş Hermafrodit.
Kadın, sakladı yine kendini, fotoğraflara sıkışıp imajinasyon beyninin yalnızlığında kaldı. Afrikalı bir yerlinin söylediği sözcüklere, tanrıyla mephistofales konuşması cevap verdi. ‘’ ne ararsın kadınım. ‘’ Kadın aradığının farkında, ne olduğunun da, ne gazete sayfalarındaki fotoğraflar ne dirajelenmiş tarihi geçmiş sözcük oyunları. Kadının açlığı bedene sığmadı. Koca bir delik müstehcenden öte.
14 Ekim 2021 Perşembe
Siz Aşktan N'anlarsınız Bayım
Alt katında uyumayı bir ranzanın
Üst katında çocukluğum...
Kağıttan gemiler yaptım kalbimden
Ki hiçbiri karşıya ulaşmazdı.
Aşk diyorsunuz,
limanı olanın aşkı olmaz ki bayım!
Allah’la samimi oldum geçen üç yıl boyunca
Havı dökülmüş yerlerine yüzümün
Büyük bir aşk yamadım
Hayır
Yüzüme nur inmedi, yüzüm nura indi bayım
Gözyaşlarım bitse tesbih tanelerim vardı
Tesbih tanelerim bitse göz yaşlarım...
Saydım, insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı.
Aşk diyorsunuz ya
Ben istemenin allahını bilirim bayım
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Balkona yorgun çamaşırlar asmayı
Ki uçlarından çile damlardı.
Güneşte nane kurutmayı
Ben acılarımın başını
evcimen telaşlarla okşadım bayım.
Bir pardösüm bile oldu içinde kaybolduğum.
İnsan kaybolmayı ister mi?
Ben işte istedim bayım.
Uzaklara gittim
Uzaklar sana gelmez, sen uzaklara gidersin
Uzaklar seni ister, bak uzaklar da aşktan anlar bayım
Süt içtim acım hafiflesin diye
Çikolata yedim bir köşeye çekilip
Zehrimi alsın diye
Sizin hiç bilmediğiniz, bilmeyeceğiniz
İlahiler öğrendim.
Siz zehir nedir bilmezsiniz
Zehir aşkı bilir oysa bayım!
Ben işte miraç gecelerinde
Bir peygamberin kanatlarında teselli aradım,
Birlikte yere inebileceğim bir dost aradım,
Uyuyan ve acılı yüzünde kardeşimin
Bir şiir aradım.
Geçen üç yıl boyunca
Yüzü dövmeli kadınların yüzünde yüzümü aradım.
Ülkem olmayan ülkemi
Kayboluşumu aradım.
Bulmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Bir ters bir yüz kazaklar ördüm
Haroşa bir hayat bırakmak için.
Bırakmak o kadar kolay olmasa gerek diye düşünmüştüm.
Kimi gün öylesine yalnızdım
Derdimi annemin fotoğrafına anlattım.
Annem
Ki beyaz bir kadındır
Ölüsünü şiirle yıkadım.
Bir gölgeyi sevmek ne demektir bilmezsiniz siz bayım
Öldüğü gece terliklerindeki izleri okşadım.
Çok şey öğrendim geçen üç yıl boyunca
Acının ortasında acısız olmayı,
Kalbim ucu kararmış bir tahta kaşık gibiydi bayım.
Kendimin ucunu kenar mahallelere taşıdım.
Aşk diyorsunuz ya,
İşte orda durun bayım
Islak unutulmuş bir taş bezi gibi kalakaldım
Kendimin ucunda
Öyle ıslak,
Öyle kötü kokan,
Yırtık ve perişan.
Siz aşkı ne bilirsiniz bayım
Aşkı aşk bilir yalnız!
Didem Madak
Kayıt Tarihi : 19.9.2002 22:13:00
Kelebek
Sertan Keskin
KELEBEK
Bir kelebeğin rüyasında
görülürüm
Öper beni o da usulca
eğilerek
Rüyamda bu kez düşerim
peşine kelebeğin
Mısır’a gitmiş gibi
olurum
Bir yılan gibi derimi
değiştirerek
Hayır hayır bir prens
değilim ben
Kurbağa olmam da epey
şüpheli
Şunda anlaşalım, bu
aynada bir şeyler var
Bakanla görünen
birbirinin aynı değil
Lineer bağımsız rüya
âlemleri hikâyesi bu
İki vektörün birbiriyle
dik çarpımı gibi
Zaman üç defa çalar
kapımı
Ne olacak, ne oluyor,
ne olmuştur
Ve bilirim uzatacak
olsam ellerimi
Gövdeyi tutacak gibi
olurum
Ama uçmak çoktan
kaybolmuştur
5 Ekim 2021 Salı
Vücudu şeffaftı, tüm iç organlarını görebiliyordum. Konuşmaya çalışıyorum fakat bana sus işareti yapıyor parmaklarıyla. Susuyorum, korkunçluğundan ürkmeden dokunmak istiyorum, dokunmama izin vermiyor, inanılmaz bir durum, rüyamda gördüğüm insana benzer bu yaratığın iki tane kalbi var, gözlerime inanamadım. İki kalbi olan, şeffaf bir yaratık, iç organlarının işleyişini görebiliyorum. Fabrikada çalışan makineler gibi. Her şey normal ama neden iki kalp, yatağımın başucundaki çekmeceden makası alıp hızlı bir hamle ile sol kalbine sapladım, etraf kan içinde kaldı, fakat hala yaşıyordu, acı çekmiyordu, hala dimdikti. Sessizce öylece durup bakıyordu bana. Sadece yüzünde garip bir tebessümle, sanki mutlu gibiydi çok acayip. Tekrar makasla üzerine doğru yürüdüm, bu defa elimi tuttu ve hayır dedi. Elimi tuttuğunda normal bir insan sıcaklığı hissettim, sonra yavaş yavaş vücudunun bölgesel olarak insan görünümü aldığını gözlemledim. Yumuşak bir ses ne olur yaşamama izin ver diyordu. Makası yere bıraktım şaşkınlıkla bakakaldım ona, sıkıca sarıldı bana ve uyandım.
09.02.2003
En hayvansı içtenliğimdeyim yine, öyle seviyorum ki bu hallerimi en azından döngüsel bir hayvan matriks’im var. Her defasında beyazdan siyaha geçip gülüyorum diğer süslü renklere. Yanlışlar, doğrular sonsuz kere çarpılıp, bölünebilir. Sonsuz kere yanlış ya da doğru yaşarsın bu kürede. Sonra hesabını yapar yazarsın böyle. Bunun güdüsü nedir bilmiyorum. Geri dönüşen kâğıtlardan, olacağını bile-bile bu sayfaların yazarsın ya da çizersin. Bedenini yormadan beleş, mastürbasyon olsa gerek. Dinlediğin müziğin sendeki dışavurumundan kime ne, evirdik çevirdik sözcükleri, az uz gittik, devri alemi dolaşıp masaya yatırdık. Zaman ilaç dediler zehirlendik. Dokuz numara gözlüklerle bakmanın nefretini yaşadık. Geçmişi bugüne yapıştırıp kolajladık, dengeyi tutturamadık, asamblaj olarak kalsın dedik. Bu yansımalar senin mi sanıyorsun, ödünç aldın onları ve geri verme zamanı geldi.
Önce döl yatağında başladı bağımlılık, kendini bağımsız sanan zibidilere duyurulur. Çığlıkları sloganları şundandır ki, döl yatağına geri dönme arzusu, oradan ayrılmanın endişesi, yalnız kalma korkusu. İlk fırsatta kendilerini bir kadının memesinde bulmaları bundandır. Güvensizler, çünkü ilk ayrılışlarının şaşkınlığı içindeler hala. Kimileri kabul kimileri ret eder bunu. Hiç olur mu öyle şey. Anne ile sevişilir mi, farkında olarak sevişmek güzel şey, farkındasız ve retçi zibidilere ne demeli. Onların testisleri kurtulamadı fallus durumundan. Su olup aktılar küçük falluslarıyla, koltuk kabarttılar. Anne benimle yine ilk günkü gibi sevişir misin?
Misketlerin hala bende, toprak ananın döl yatağında, acı içinde taşıyor onları kibele. Rüzgar gülüne her gece seyri sefer ediyorum. Hiçbir yerde yoksun, sadece renkli çemberimde duruyorsun. Onlara anı demeyeceğim hiçbir zaman, her gün biraz daha sen oluyorlar. Çünkü sanrı dedikleri ben oldum. En içten duygularım cehennemin kapısında yasaklandı. Bir avuç üzüm ve bir tutam tuzun uzağında kaldım. Yudumlarken arınmaktan korktum. Olimpus Tanrıları’nı selamlamaktan, gizlice kaçtım ve gizlice kaçırdım. Devranı döndürdüm farkında olamadan.
Sonsuz kere parçalara bölünüp, kısa zaman içinde belleğin aldatmacasıyla bütünü gördüğünü sanıp ardından hızlı bir düşüş yaşarsın. Endorfin eksikliği deyip bu duruma aşina olduğunu varsayıp gün içinde onlarca düşüşler yaşayıp çıkışı bulamazsın. Agulama ile başlar bu güvensizlik. Aguladığın anda belirsizliğin içinde uyanmamış beyaz bir ayı misali, uyku mahmurluğuyla kandırılmanın ilk düşüşleri, sürekli tekrarlardan öte gidemeyen davranış biçimleri, dillerin lal olduğu andan itibaren belki sona erecek yanılsama.
4 Ekim 2021 Pazartesi
Öyle İşte Isidore...
Bağışla, beni yeniyetme; şu anda senin soylu ve kutsal yüzünü seyreden insanı, kemiklerini kıran ve vücudunun her yanından sarmakta olan etlerini parçalayan kişiyi. Hasta usumun bir taşkınlığı mı, düşüncelerime bağlı olmayan, tıpkı avını parçalayan kartalınkine benzeyen gizli içgüdü mü beni bu cinayeti işlemeye yöneltti; ama gene de kurbanım kadar acı çekiyorum!
Bağışla beni, yeni yetme. Bu garip geçici yaşamdan kurtulunca, sonsuzluk boyu birbirimize karışalım istiyorum; bir tek varlıkta buluşmak istiyorum, ağzım üzerinde ağzının. Ne var ki, bu şekilde, tamamlanmayacak cezam. Şimdi sen parçalayacaksın ben, bir an bile durmadan, dişlerinle, tırnaklarınla. Gövdemi güzel kokulu çiçeklerle donatacağım, bu günah ödeme töreni için; ve ikimiz birlikte can çekişeceğiz, ben, parçalandığım için; sen, parçalandığın için beni...Ağzım üzerinde ağzının. Ey güzel çocuk, yapacak mısın şimdi, sana öğütlediğim şeyi? Sana karşın, yapasın istiyorum ben, ve mutlu kılacaksın vicdanımı. Böyle konuşunca, bir insanın varlığına kötülük etmiş olacaksın ve aynı varlık sevecek seni, aynı zamanda: Düşünülebilecek en büyük mutluluk. Daha sonra hastaneye yatırabilirsin onu; çünkü kendi hayatını kazanacak durumda olmayacak bu kötürüm. İyi insan, diyecekler sana, ve defne çelenkleri, madalyalar gizleyecek çıplak ayaklarını, bir büyük mezarın üzerine yayılmış, yaşlı suratlı. Ey sen, suçun kutsallığını kutsayan bu sayfaya adını yazmak istemediğim, biliyorum ki evren kadar uçsuz bucaksız bağışlaman. Ama ben hâlâ varım!